Neredeyse birkaç ay öncesine kadar “Sosyal Mesafe”, “İzolasyon”, “Evden Çalışma” gibi kavramları bu kadar sık duymuyorduk. Nasıl olduğunu anlayamadığımız bir hızla hayatımıza girdiler ve bir süre daha orada kalacaklar gibi görünüyor.

Önceleri sadece rakamsal bilgiler olarak gördüğümüz vaka, test, vefat sayıları yavaş yavaş çevremizdeki tanıdık bildik insanlara dönüştü. Sevdiklerimizin sağlığı, işlerimiz, finansal durumumuz gibi birçok konuyu daha fazla gündemimize aldık. Ne olacağını öngöremediğimiz bu günlerde bilinmezliğin getirdiği stres birçok kişiyi etkilemeye başladı.
"Değişim kaçınılmazdır. Gelişme ise tercihe bağlıdır."
Bu hızlı değişimi bazılarımız iyi yönetiyor, bazılarımız ise bunu yönetmekte zorlanıyor. Peki bu kişileri birbirinden ayıran şey ne? Neden bazı insanlar yaşadıkları bu stres karşısında daha sağlam dururken bazıları daha çabuk yoruluyor?

Davranış bilimciler buna “resilience”, yani “duygusal dayanıklılık” etkisi diyor. Aslında dilimizde tam karşılığı yok; esneklik, mukavemet, dirayet gibi anlamlara da gelebilmekte. Kısaca “bir zorlukla karşılaşıldığında ruhsal dayanıklılık becerisi gösterebilmek ve o durumdan en az zararla çıkabilme” becerisi diyebiliriz.

Bütün becerilerde olduğu gibi, bu beceri de geliştirilebilir. Duygusal dayanıklılığı bir kas grubu olarak görebiliriz; yine de gerçek kaslarımızın aksine, onu güçlendirebilmek için standart bir egzersiz yoktur.
Dayanıklılık denildiğinde benim aklıma çoğunlukla “eğilip bükülmemek”, “kırılmayacak kadar sert olmak”, “dişini sıkmak” gibi tabirler gelse de aslında duygusal dayanıklılık bunun tam tersi; “esnemek, ama kopmamak”, “tahammül etmekten ziyade toparlanmakla” ilgili. Formu değiştirmek, ancak daha sonra eski biçimine geri gelebilmek gibi.

NEDEN ZORLANIYORUZ?

Çünkü neler olduğunu bilmiyoruz, bu bilinmezlik nedeniyle de korkuyoruz.  Yeterince tanımadığımız bir virüs ile mücadele halindeyiz ve bilmediğimiz şeylerden korkmamız bana hayli normal geliyor. Biz rutini, ritüelleri ve kalıpları severiz, belirsizlik ve boşluktan hoşlanmayız. Bugün ise karşımızda büyük bir bilinmeyen var, belirsizlikten kurguya, kurgudan kaygıya giden bir yolda hızla ilerliyoruz.

Belirli bir seviyeye kadar olan streste bir sorun yok, stres bizim enerji kaynaklarımızdan biri. Asıl sorun sıfır stres ve aşırı streste. Böyle bir gündemde herkesin sıfır strese sahip olduğunu düşünsenize; hiçbir kaygı yok, herkes dışarıda, virüsü birbirine bulaştırmakla meşgul, ama kimse umursamıyor. Aşırı stresin de benzeri bir sonucu var; akılcı düşünme yetisini kaybetmiş, kendine ve çevresine zarar verecek seviyede davranışlarda bulunan yüksek kaygılı insanlar panikle risk üzerine risk alıyor.

DUYGUSAL DAYANIKLILIK BİZE NASIL YARDIMCI OLACAK?

Her şeyden önce insanların stres ile baş etme yolları kişiye özeldir, tek bir doğru yoktur. İnternette bu konuyla ilgili 3, 5, 7 veya daha fazla maddelik birçok “yapılması gerekenler” listeleri var. Akıldan çıkartmamak lazımdır ki tek bir doğru yoktur ve bir başkasına iyi gelen size iyi gelmeyebilir.

Bununla beraber, duygusal dayanıklılık üzerine yapılan araştırmalarda duygusal dayanıklılığı yüksek olan kişilerin gösterdiği bazı ortak davranış veya düşünce biçimleri keşfediliyor. Aşağıdaki maddelerde bu konulara içinde bulunduğumuz güncel durum penceresinden bakacağım.
“En ilginç ikilem; ancak kendimi olduğum gibi kabul ettikten sonra değişebilmemdir.”
Carl Rogers
  • Kabul
Bilinmezliğin üzerimizdeki etkisinden yukarıda bahsetmiştim. Olaylar üzerinde kontrol sahibi olmamak bizi korkuya, korku ise olumsuza odaklanmaya götürüyor. Korkumuzu onaylayan haberlere daha çok ilgi gösteriyoruz, ateşe körükle giden yorumcuları dinliyor, sonra da daha fazla korkuyoruz. Bir nevi kısırdöngü. Kabul etmemiz gereken en önemli şey işte bu korku. Gerçeği olduğu gibi kabul etmek atılması gereken ilk adım. Zorlandığımızı, bununla birlikte hayatın devam ettiğini kabul ettiğimizde bir sonraki adımı atabilmek için zihnimizi temizlemiş, bizi hatalı kararlara sürükleyecek varsayımlardan olabildiğince uzaklaşmış oluruz. İyimser olmak güzeldir, ancak kriz zamanlarında en riskli grup aşırı iyimserlerdir. Süreç uzamaya başladıkça kötümserler de enerjilerini kaybeder. Gerçekçiler ise kabul edilmesi gerekeni kabul edip yoluna devam edenlerdir.

Yeri gelmişken kabul ile akışına bırakmak arasındaki farktan bahsedeyim; kabul içinde bulunulan durumun gerçeklerini tam manasıyla anlamak ve kabullenmek anlamına gelirken, akışına bırakmak ise iradeyi devre dışı bırakıp başımıza gelecekler üzerinde bir etki gösterememektir. Kabulün bir sonraki aşaması harekete geçmek iken akışına bırakmanın bir sonraki aşaması kurban psikolojisi olacaktır.

Unutmayın ki sadece ölü balıklar suyun akışıyla yüzer…

 
  • Etki Edebilme İnancı
Duygusal dayanıklılığı yüksek kişilerin özelliklerinden biri de etki alanlarının dışındaki konulardan çok kontrol edebilecekleri şeylere odaklanmalarıdır. Bu şartlar altında kontrol edebileceğimiz en yakın şey kendi düşüncelerimiz olacaktır. Hiç kimse – kendimiz hariç – düşüncelerimizi kontrol edemez. Düşüncelerimiz deneyimlerimizi şekillendirir. Aynı olayı yaşayan birçok kişi, o olayı çok farklı anlatabilir, - olay aynı olay, ancak deneyim bambaşka.

Etki edebilme inancı yaratıcı düşünmeyi artıracak, yaratıcılık ise karşılaşacağımız sorunlara alternatif çözüm yolları bulabilmemizi kolaylaştıracaktır. İşi insanlarla etkileşimi gerektiren bir çok meslek sahibinin hızlıca online iletişim kanallarına yönelmeleri, sırf fiziki işyerleri kapalı diye umutsuzluğa kapılmak yerine işlerini bu şekilde devam ettirmeleri, hayatlarına etki edebilme inançları ve dolayısıyla yaratıcı düşünmeleri ile ilgilidir. Yine duygusal dayanıklılığı yüksek kişiler incelendiğinde elde olanlarla yeni şeyler üretebilmek anlamına gelen “Brikolaj” becerilerinin yüksek olduğu gözlemlenmiş.

 
  • Ritüel Oluşturmak
Her ne kadar alıştığımız düzlemde olmasak da, yeni koşullar altında hayatımızı devam ettirmek mecburiyetindeyiz. Belirlilik ihtiyacımızı tatmin edebilmek için bu yeni düzleme uygun bir ritim oluşturmak, günün planını ve programını yapmak, her ne kadar sabaha kadar dizi izlemek çok keyifli olsa da bu tarz aktivitelere bir limit koymak bizi yolda tutacaktır. Zaman planlamasını doğru yaparak o hep istediğiniz ukuleleyi çalmayı öğrenebilirsiniz :)

Uyku, beslenme ve egzersiz üçlüsü bu dönemde sağlıklı bir zihnin altın anahtarı olacaktır, tuzağa düşmeyin, bedeninizi ihmal etmeyin, ayrıca güçlü bir bağışıklık sisteminin sizi hayatta tutacağını da unutmayın. Aşırı çalışma ve yorgunluk duygusal dayanıklılığın düşmanıdır. Çalışmaya ne kadar zaman ayırıyorsanız, dinlenmeye de o kadar zaman ayırmalısınız. Bu sadece kriz dönemleri için değil, tükenmişlik yaşamamak için hayatın her döneminde uymanız gereken bir kuraldır. 

 
  • Bağları Kuvvetli Tutmak
“Sosyal mesafe” tabirine ısınamadım. “Fiziksel mesafe” desek mesela, daha yerinde olmaz mı? İyimser bir bakış açısıyla, sokakta ve evde fiziksel mesafe konusunu çözdük sayılır.

Neyse ki toplum yapısı itibariyle “biz” halinde olmayı seviyoruz. Sosyal bağlarımız kuvvetli ve bundan destek alabiliyoruz. Teknolojiyi hızlıca hayatımıza adapte edip bağlantılarımızı koparmadan yaşamaya devam edebiliyoruz. Konuşmak, anlatmak, gerektiği yerde yardım istemek, sizde işe yarayan ve yaramayan çözümleri başkalarıyla paylaşmak sizi bu dönemde daha dirençli kılacaktır.

 
  • Anlam Yaratmak
Evde kalmanın toplumun faydasına bir davranış olduğunu akıldan çıkartmamak gerekiyor. Belki hasta değilsiniz, ancak sadece evde kalarak bile belki de yüzlerce insanın hayatını kurtarıyorsunuzdur. Artık “onlar”, “başkaları” yok, sadece “biz” varız. 

Bu özgecil yaklaşım, değerleriniz doğrultusunda bazı hedefler oluşturarak olan biten her şeye, olaylara bakışınıza ya da daha büyük resimde hayatınızın tamamına bir anlam duygusu katabilir. Hayata devam edebilmek için bir nedene ihtiyacımız var, bu anlam duygusu üzerine inşa ettiğiniz bir gelecek hayali, sizi ileride bambaşka bir hayata taşıyabilir.
Hayatın amacının ‘mutlu’ olmak olduğuna inanmam. Bence hayatın amacı: yararlı, sorumlu ve şefkatli olmaktır. En önemlisi fark yaratmaktır; katkıda bulunmak, bir şeyi temsil etmek, yaşamış olmakla bir değişim meydana getirmektir.
Leo Calvin Rosten
  • Gülmek ve diğerleri
Mümkün olduğunca gülün, endorfininiz artsın :)
Sosyal medya ve televizyonu sadece doğru bilgiye ulaşmak için kullanın, gerisini çöpe atın.
Moralinizi bozan felaket tellallarıyla daha az görüşün, keyfiniz kaçmasın.
Yardım edebilecek imkanınız varsa, zor durumdakilere yardım edin, vicdanınız hafiflesin.

En önemlisi,

aynı gemide olduğumuzu unutmayın,

lütfen hepimiz için yapabileceğinizin en iyisini yapın.

Gürhan Öztürk
Profesyonel Koç & Eğitmen


Yararlanılan Kaynaklar: