İstanbul Sözleşmesi Nedir?
11 Mayıs 2011 tarihinde İstanbul’da imzaya açıldığı için[1] “İstanbul Sözleşmesi” olarak bilinen uluslararası sözleşmenin tam adı “Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi[2] Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi”dir. Sözleşme, 12 bölüm ve 81 maddeden oluşmaktadır.

Türkiye, sözleşmeyi ilk onaylayan[3] ülke olmuş ve hiçbir çekince[4] koymadan imzalamıştır. Sözleşme, imzadan sonra 14.03.2012’de TBMM’de tüm siyasi partilerin oy birliği ile onaylanmış, 08.03.2012’de Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Sözleşme, onay yeter sayısı[5]na ulaştıktan sonra 01.08.2014 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Bu güne dek Türkiye dahil 36 ülke ve Avrupa Birliği tarafından imzalanmış olan sözleşme, 24 ülke tarafından onaylanmıştır[6].  

İstanbul Sözleşmesi, kadına yönelik her türlü şiddetin önlenmesi ve ev içi şiddetle mücadele edilmesi için hazırlanan ilk Avrupa Sözleşmesi olma özelliğine sahip olduğu gibi bu alanda hazırlanan en kapsamlı ve en güncel uluslararası sözleşmedir. Öte yandan, “toplumsal cinsiyet” kavramı da ilk kez bu uluslararası sözleşme ile tanımlanmıştır. Kadına yönelik şiddetin bir insan hakları ihlali ve bir ayrımcılık türü olarak görülmesi ve kadına yönelik ayrımcılığı yasaklaması Sözleşme’nin en önemli özelliklerindendir.

İstanbul Sözleşmesi Neyi Hedefliyor?
Sözleşme’nin 1. Maddesi uyarınca İstanbul Sözleşmesi’nin amacı;
  • kadını her türlü şiddete karşı korumak ve kadına yönelik şiddeti ve ev içi şiddeti önlemek, kovuşturmak ve ortadan kaldırmak,
  • kadına yönelik her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırılmasına katkıda bulunmak ve kadınları güçlendirmek de dahil olmak üzere, kadınlarla erkekler arasında önemli ölçüde eşitliği yaygınlaştırmak,
  • kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddetin tüm mağdurlarının korunması ve bunlara yardım edilmesi için kapsamlı bir çerçeve, politika ve tedbirler tasarlamak,
  • kadına yönelik şiddeti ve ev içi şiddeti ortadan kaldırma amacıyla uluslararası işbirliğini yaygınlaştırmak,
  • kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddetin ortadan kaldırılması için bütüncül bir yaklaşımın benimsenmesi maksadıyla kuruluşların ve kolluk kuvvetleri birimlerinin birbiriyle etkili bir biçimde iş birliği yapmalarına destek ve yardım sağlamaktır.
İstanbul Sözleşmesi Kimleri Kimlerden Koruyor?
Sözleşme’nin kapsamının belirtildiği 2. madde, tanımların yapıldığı 3. madde ve ayrımcılık yasağı getiren 4. madde birlikte yorumlandığında, yaygın kanının aksine İstanbul Sözleşmesi’nin yalnızca kadınları[7] koruyan bir sözleşme olmadığı, sözleşmenin “ev içi şiddet”[8]e maruz kalan tüm bireyleri korumayı hedeflediği görülmektedir. Düzenlemelerden faydalanabilecek olanlar kadın ya da erkek fark etmeksizin şiddet mağdurlarıdır[9]; çünkü Sözleşme’ye göre “mağdur”; “ev içi şiddet” veya “kadına yönelik şiddete” maruz kalan herhangi bir şahıstır.

Sözleşme madde 4(3); “Taraflar bu Sözleşme hükümlerinin, özellikle de mağdurların haklarını korumaya yönelik tedbirlerin, cinsiyet, toplumsal cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasi veya başka tür görüş, ulusal veya sosyal köken, bir ulusal azınlıkla bağlantılı olma, mülk, doğum, cinsel yönelim, toplumsal cinsiyet kimliği, sağlık durumu, engellilik, medeni hal, göçmen veya mülteci statüsü veya başka bir statü gibi, herhangi bir temele dayalı olarak ayrımcılık yapılmaksızın uygulanmasını temin edeceklerdir.” hükmünü haizdir. Bu madde, taraf devletlere şiddet mağdurlarının haklarını korurken hiçbir temele dayalı ayrımcılığın yapılmaması yükümlülüğü getirmektedir.

Sözleşme hükümleri yalnızca evli çiftleri değil evli olmayan çiftleri de korumayı hedeflemektedir[10]. Kadına yönelik şiddet kavramı ile yalnızca ev içi şiddeti değil ev dışındaki yani kamusal alandaki şiddeti de kapsamaktadır. Ayrıca, İstanbul Sözleşmesi’ne taraf devletin vatandaşı olmayan kadınlar da Sözleşme hükümlerinin kapsamındadır. Diğer bir deyişle, Sözleşme hükümlerinden faydalanmak için taraf devletin vatandaşı olma zorunluluğu yoktur; yabancı devlet vatandaşları, mülteciler, sığınmacılar, göçmenler de koruma kapsamındadır. Özetle İstanbul Sözleşmesi, ev içi şiddete uğrayan veya uğrama tehlikesi altında olan kadınları, çocuklar, yaşlılar, engelliler, LGBTİ+ bireyler dahil herkesi korumayı hedeflemekte ve taraf devletlere de şiddet mağduru tüm gruplara karşı ayrımcılık yasağı getirmektedir.

Şiddet faili, eş, eski eş, partner[11] olabileceği gibi baba, abi ve diğer aile fertleri de olabilecektir. Bunun yanı sıra, kamusal alandaki koruma sayesinde iş yerinde patron ve diğer çalışanlar, devlet dairelerinde memurlar, sokakta ve açık alanlarda tanımadığımız kişilerden gelecek şiddet ve şiddet tehlikesine karşı İstanbul Sözleşmesi hükümleri koruma sağlamaktadır. 

İstanbul Sözleşmesi Nasıl Koruyor?
İstanbul Sözleşmesi, taraf devletlere Sözleşme’nin amacının yerine getirilmesini sağlamak için bir takım yükümlülükleri getirmektedir. Bu yükümlülükler 1) kadına yönelik şiddetin ve ev içi şiddetin önlenmesi, 2) şiddet mağdurlarının korunması, 3) suçların kovuşturulup suçluların cezalandırılması ve 4) kadına yönelik şiddet alanında bütüncül, eş güdümlü ve etkili işbirliği içeren politikaların hayata geçirilmesi olarak dört ana prensip olarak özetlenmektedir.

Sözleşme, şiddetin yalnızca fiziksel veya cinsel şiddet ile sınırlı tutulmaması gerektiğini psikolojik şiddet, ısrarlı takip veya cinsel taciz gibi eylemlerin de suç olarak tanımlanarak önlenmesi gerektiğini öngörmektedir. Bununla birlikte, zorla evlendirme, kadın sünneti, zorla kürtaj ve zorla kısırlaştırma gibi eylemler de cezalandırılması için suçlar arasında düzenlenmiştir. Şüphesiz, tüm bu suçlara azmettiren, suçların işlenmesine yardım eden kişilerin ve ayrıca bu suçlara teşebbüs edenlerin de cezalandırılması Sözleşme’nin getirdiği yükümlülüklerdendir.

Sözleşme, taraf devletlere şiddeti önlemek için gerekli yasal ve diğer tedbirleri alma yükümlülüğü getirmektedir. Bu kapsamda şiddet eylemleri kovuşturulurken kültür, gelenek, din, görenek ve sözde “namus” gibi kavramları bu eylemlerin gerekçesi olarak kullanılmamasını temin etme yükümlülüğü bulunmaktadır. Öte yandan, taraf devletler kadınların daha aşağı düzeyde olduğu düşüncesine veya kadınların ve erkeklerin toplumsal olarak klişeleşmiş rollerine dayalı ön yargıların, törelerin, geleneklerin ve diğer uygulamaların kökünün kazınması amacıyla kadınların ve erkeklerin sosyal ve kültürel davranış kalıplarının değiştirilmesine yardımcı olacak tedbirleri alacaklardır. Kadınların güçlendirilmesine yönelik program ve faaliyetlerin yaygınlaştırılması için gerekli tedbirleri almak da Sözleşme kapsamında öngörülen yükümlülüklerdendir.  

Kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddet eylemlerinin kovuşturmasında taraf devletler zorunlu alternatif uyuşmazlık çözüm yolları (arabuluculuk ve uzlaştırma gibi) öngöremezler; bu husus Sözleşme tarafından yasaklanmıştır. Söz konusu şiddet eylemlerinin kovuşturulması, mağdurun şikayetine bağlı olmayacak; taraf devlet tarafından re’sen yürütülecektir. Diğer bir deyişle, mağdur şikayetini geri alsa dahi soruşturma ve kovuşturma işlemleri devam edecektir.

Sözleşme, taraf devletlere ülkelerinde Sözleşe kapsamındaki her türlü şiddet eyleminin ortaya farklı şekillerde çıkışı ve bu eylemlerin çocuklar üzerindeki etkisi ve bu şiddet eylemlerinin önlenmesi ihtiyacı konusunda halk arasındaki farkındalığın ve anlayışın arttırılması için sivil toplum kuruluşları ve özellikle de kadın örgütleriyle iş birliği ile düzenli olarak ve her düzeyde farkındalık arttırıcı kampanya ve programları yaygınlaştırmayı öngörmektedir. Taraf devletler, tüm eğitim seviyelerinde resmi müfredata, kadın erkek eşitliği, toplumsal klişelerden arındırılmış toplumsal cinsiyet rolleri, karşılıklı saygı, kişisel ilişkilerde çatışmaların şiddete başvurmadan çözüme kavuşturulması, kadınlara karşı toplumsal cinsiyete dayalı şiddet ve kişilik bütünlüğüne saygı gibi konuların, öğrencilerin zaman içinde değişen öğrenme kapasitelerine uyarlanmış bir biçimde dahil edilmesi için gerekli tedbirleri alacaklardır.

Tüm bunlarla birlikte, İstanbul Sözleşmesi taraf devletlere şiddet mağdurlarının şiddet eylemleri sonrası iyileşmelerini kolaylaştıracak hizmetlere erişimlerini sağlayacak gerekli yasal tedbirleri ve yasal ve psikolojik danışmanlık hizmetleri, finansal yardım, konut sağlama, eğitim, öğretim ve iş bulma yardımı gibi tedbirleri almalarını öngörmektedir.

Öte yandan Sözleşme, hükümlerin taraf devletler tarafından nasıl uygulanacağını izleyecek bir uzmanlar grubu (GREVIO - Group of Experts on Action against Women & Domestic Violence - Kadına Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetle Mücadelede Uzmanlar Grubu) oluşturmasını öngörmektedir. Bu kapsamda kurulan GREVIO, İstanbul Sözleşmesi’nin denetim mekanizması rolünü de üstlenmiştir. GREVIO belirli sıklıklarla taraf devletlerin hükümlere uyumlu davranıp davranmadığını yerel sivil toplum kuruluşlarının iş birliği ile izleyecek ve raporlar sunacaktır. Raporlar, GREVIO’nun yorum ve tavsiyelerini içerecek taraf devlete, taraf devlet komitesine ve Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’ne iletilecektir.

GREVIO grubunun Türkiye adına ilk başkanlığını 2015 yılında -2003 yılında Birleşmiş Milletler CEDAW başkanlığını da yürütmüş olan- Prof. Dr. Feride Acar yapmıştır. Bizler için büyük gurur kaynağı olan Acar’ın iki dönem süren başkanlığının ardından bir sonraki dönem için Türkiye tarafından aday adayı  gösterilmemesi  üzücüdür. 

İstanbul Sözleşmesi Neden Hedefte?
Kadına yönelik şiddetin ve kadın cinayeti vakalarının günden güne istikrarlı şekilde artış gösterdiği ülkemizde, son dönemde iktidar partisi mensupları Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesi gerektiğini dile getirmektedir. “Toplumsal cinsiyet” ile “cinsel yönelim” kavramları üzerinden başlatılan tartışmaların, Sözleşme’nin Türk aile yapısına uymaması, aile birliğini tehdit etmesi, eşcinselliğe özendirmesi ya da meşrulaştırması gibi gerçek dışı ve asılsız iddialardan öteye geçemediğini söylemek mümkündür.

İstanbul Sözleşmesi’nde aile kavramını reddeden, aileyi parçalamayı hedefleyen hiçbir hüküm bulunmamaktadır. Sözleşme’nin yegane amacı kadın haklarının insan hakları olduğunun benimsenmesi, kadınlara yönelik şiddetin ve ev içi şiddetin engellenmesi ve şiddet ile mücadele edilmesidir. Bu amaçla, yalnızca kadınların eşlerinden ev içinde gördüğü şiddet değil -ki Sözleşme kapsamında fiziksel ve cinsel şiddetin yanı sıra psikolojik ve ekonomik şiddet kavramlarına da yer verilmiştir- kadınların, çocukların, engellilerin, yaşlıların, LGBTİ+ bireylerin eski eşlerinden, sevgililerinden, partnerlerinden, abilerinden, babalarından vb. gördükleri şiddet ile kamusal alanda aile ferdi olmayan kişilerden gördükleri şiddetin engellenmesi hedeflenmektedir. Öte yandan, Sözleşme kapsamında “cinsel yönelim” kavramı yalnızca 4. maddede geçmektedir. Bu maddede şiddet ile mücadelede kimsenin ayrımcılığa uğramaması; din, dil, ırk, siyasi görüş vb. pek çok temellerde, toplumsal cinsiyet ve cinsel yönelime dayalı şiddetin de kabul görmemesi gereği vurgulanmıştır. Diğer bir deyişle, İstanbul Sözleşmesi’nde LGBTİ+ bireylerden açıkça söz etmemesine rağmen, taraf devletlerce Sözleşme'de öngörülen korumanın hiçbir ayrıma yer vermeksizin bütün gruplara sağlanması gerektiği öngörüldüğünden, ev içi şiddet mağduru LGBTİ+ bireyler de, Sözleşme'nin sağladığı korumanın kapsamındadır.

Sonuç
Türkiye, İstanbul Sözleşmesi’ne taraf olarak kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddet ile mücadele etme kararlılığını göstermiştir. Sözleşme’nin yürürlüğe girmesiyle iç hukukunda pek çok düzenleme yapmıştır; elbette şiddetle mücadele için daha atılacak çok fazla adım bulunmaktadır. Fakat kadına yönelik şiddet ile ev içi şiddetin günden güne artış göstermesi, bırakın Sözleşme’den çekilmeyi, Sözleşme’nin eksiksiz olarak uygulanmasının önemini gözler önüne sermektedir. Bu artık bir ihtiyaçtan ileri gitmiş, bir zorunluluk haline gelmiştir. İstanbul Sözleşmesi, şiddetle mücadelede elimizdeki bir kılavuz niteliğindedir. Ancak, Sözleşme’nin ön gördüğü yükümlülükler eksiksiz olarak yerine getirildiği takdirde kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddet önlenebilecektir.

Son olarak, bu yazıyı okuyan herkesin İstanbul Sözleşmesi ‘ne göz atmasını rica ederim. Oldukça yalın ve anlaşılabilir bir dille kaleme alınmış olan sözleşmeyi okuyup hakkındaki tartışmaların gerçekçi olup olmadığına doğrudan karar vermeniz daha doğru olacaktır. Böylesine önemli bir uluslararası sözleşmeyi ilk onaylayan ülke olan Türkiye’nin, geldiğimiz noktada gerçek dışı iddialar nedeniyle Sözleşme’den çekilerek bu utancı bizlere yaşatmaması, aksine yetkili mercilerin artan kadına yönelik şiddete “dur” demesi yegane dileğimizdir; zira kadın hakları insan haklarıdır ve toplumların gelişmesi ancak toplumsal cinsiyet eşitliği ile mümkündür.

İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmek, tüm dünyaya “Türkiye’de kadın ve erkek eşit değildir ve olmayacaktır” diye haykırmaktır. Aksine, bir kişi daha eksilmemek için Sözleşme yükümlülükleri eksiksiz olarak uygulanmalı ve şiddetle en etkili şekilde mücadele edilmelidir.

#İstanbulSözleşmesiUygunlansın #İstanbulSözleşmesiYaşatır #KadınCinayetleriPolitiktir

Av. Seren SAPMAZ, LL.M
BiDestekol Kurucu Ortağı
 

[1] Uluslararası sözleşmelerin imzaya açıldığı şehrin adını alması uluslararası hukukta bir teamüldür; Kopenhag Kriterleri, Kyoto Protokolü, Paris Sözleşmesi, Viyana Sözleşmesi vb. gibi.
[2] Sözleşmenin orijinal metninde “domestic violence” tabiri kullanılmış olsa da Türkçe çevirisinde bu kavramın “ev içi şiddet” yerine “aile içi şiddet” şeklinde, “domestic unit” kavramının da “ev içi” yerine “aile içi” olarak tercüme edilmesi hatalıdır. Yazı genelinde Sözleşme’den direk alıntılanan yerler haricinde “ev içi” şiddet tabiri kullanılacaktır.
[3] Anayasa Md. 90/1 uyarınca “Türkiye Cumhuriyeti adına yabancı devletlerle ve milletlerarası kuruluşlarla yapılacak andlaşmaların onaylanması, Türkiye Büyük Millet Meclisinin onaylanmayı bir kanunla uygun bulmasına bağlıdır”. Pek çok hukuk sisteminde uluslararası sözleşmenin imzalanmasından sonra yetkili organ tarafından onaylanması süreci mevcuttur.
[4] Viyana Andlaşmalar Hukuku Sözleşmesi Md. 2/1(d) uyarınca çekince nasıl kaleme alınırsa alınsın veya nasıl isimlendirilirse isimlendirilsin, devletin bir andlaşmayı imzalarken, onaylarken, kabul ederken, tasvip ederken veya andlaşmaya katılırken, bazı andlaşma hükümlerinin hukuki etkisini kendisi bakımından ihraç etmek veya değiştirmek için yaptığı tek taraflı bir beyan demektir.” şeklinde tanımlanmıştır.
[5] Sözleşme md. 75(3) uyarınca Avrupa Konseyi üye devletlerinden en az sekizi dahil olmak üzere, Sözleşmeyi imzalayan 10 devletin, 2. fıkranın hükümleri uyarınca Sözleşmenin bağlayıcılığına rıza gösterdiklerini ifade etmelerinden itibaren üç aylık sürenin bitimini izleyen ayın birinci günü yürürlüğe girecektir.”
[6] Detaylı bilgi için Avrupa Konseyi İstanbul Sözleşmesi portalını ziyaret edebilirsiniz; https://www.coe.int/en/web/conventions/full-list/-/conventions/treaty/210/signatures
[7] Sözleşme kapsamında “kadın” kavramı 18 yaşından küçük kızlarını da kapsamaktadır.
[8] Ev içi şiddet kavramı madde 3(b)de eylemi gerçekleştiren, mağdurla aynı ikametgahı paylaşmakta olsun veya olmasın veya daha önce paylaşmış olsun veya olmasın, aile içinde veya aile biriminde veya mevcut veya daha önceki eşler veya birlikte yaşayan bireyler arasında meydana gelen fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik şiddet eylemleri” olarak tanımlanmıştır.
[9] İstanbul Sözleşmesi madde 2(2), “taraflar tüm aile içi şiddet mağdurları için sözleşmeyi uygulamaya teşvik edilir.”
[10] Her ne kadar Sözleşme’nin Türkçe tercümesinde “eş ve ebeveyn” kavramları ile “partner” kavramı da bazı yerlerde kullanılmış olsa da Sözleşme’nin orijinal metni “domestic unit” ile “ev içi” kavramını ifade etmektedir.
[11] Belirtmek gerekir ki, Sözleşme’nin orijinal metni olan İngilizce’den Türkçe’ye tercümesi esnasında  bazı kavramların farklı şekilde tercüme edildiği görülmektedir. Sözleşme’nin uygulanmasında tercümedeki farklılıkların engel teşkil etmesi halinde Sözleşme’nin orijinal metni olan İngilizce metin esas alınacaktır. Zira Viyana Antlaşmalar Hukuku Sözleşmesi m.33 uyarınca, “uluslararası sözleşme­lerin orijinal metinleri bağlayıcıdır.” Tercüme farklılıklarıyla ilgili detaylı bilgi için bkz. Prof. Dr. Kadriye Bakırcı “İstanbul Sözleşmesi”: http://www.ceidizleme.org/ekutuphaneresim/dosya/222_1.pdf