Her şeyden önce iyi olalım, ondan sonra mutlu oluruz :)
Jean Jacques Rousseau

Mucizelere inanır mısınız? Yerde para bulmak gibi değil ama; ihtiyacınız olan herhangi bir şeye ulaşabilmeniz için size elini uzatan, size gülümseyen ve “ben burdayım” diyen insanların varlığından bahsediyorum. Hiç beklemediğiniz bir zamanda, hiç ummadığınız hatta tanımadığınız birinin hayatınızda yarattığı değişim, ne kadar değerli, değil mi? Bu kişileri tanımak ister misiniz ya da onların kim olduklarını bilmek? Gelin birlikte bakalım.

“Çiçek dirilticisi” diye bir şey duymuştum. Merak edip baktım, neydi ki bu ifadenin özü? Çiçek dirilticileri, inceliği, nezaketin görkemini içlerinde taşıyan insanlarmış. Size, sadece var olmanızla bile, sıra dışı bir şeyler yapıyor olduğunuz hissini veriyorlar. Adeta içinizdeki güzelliği çekip çıkarıyor ve yüzünüze tutuyorlar. Onlar, çiçek dirilticileri. Olur da elinizi tutarlarsa, bu insanların elini bırakmayın. 
İşte, hayatınızın mucizesini yaratmanızda size dokunan insanlar, çiçek dirilticileri ya da daha iyi bildiğimiz ifadesi ile, gönüllüler.


Bir insan için en anlamlı duygulardan birinin, kendisi dışındaki varlıkların da iyiliğini isteyebilmesi ve onların iyi olmalarından mutluluk duyması olduğuna inanıyorum. Gönüllü çalışmalara katılan genç insanları siz de görüyorsunuzdur. Yaşları ne kadar gençtir; ama gözleri de zihinleri de pırıl pırıldır. Olgunlaşmışlardır. Bir şeyleri başardıklarının ve başarmaya devam edeceklerinin farkına varmışlardır. İnsanlar için, doğa için, çevre için, eğitim için, çocuklar için, engelliler için, kısaca kendileri dışındaki bir varlık için değer yaratma potansiyellerini hissetmişlerdir. İnsanın, henüz önünde upuzun bir hayat varken bu gücünün farkına varması kadar anlamlı bir şey olabilir mi?

Gönüllü çalışmalara katılmak, yaşı kaç olursa olsun bir insanın olağan hayatının akışından sıyrılıp başkaları için bir şey yapması demektir. Günlük hayatında ona dar gelen kalıplardan sıyrılması, azı çok etmesi, kendisine benzeyen gönüldaşlarıyla bir arada olması, kalabalıklaşması demektir. Elbette bunları yapabilmek için bazı fedakârlıklarda bulunması gerekecektir. Zamanını, emeğini, özenini paylaşacaktır; yorulacaktır. Gündelik hayatının hiç de kolay olmayan akışına yeni sorumluluklar eklenecektir. Ama bence, gönülden yapılan bir işin sonunda hissedilen başarı hissinin yerini başka hiçbir şey tutamaz. Ne mutlu bunu hissedebilenlere!

Gönüllülük nedir sorusuyla devam edelim, bakalım bizi nereye götürecek klavyenin tuşları.
“Gönüllülük, elimizi taşın altına koymaktır” diyebiliriz.
“Gönlüne sağlık”, “Gönlünden ne geçiyor?”, “Gönlün sana ne söylüyor?”, “Gönlünü kırma kimsenin”, “Gönlüm yoruldu” …
Çok duyarız bunları, söyleriz bazen. “Gönüllülük nedir?” sorusunu yanıtlamak üzere düşünmeye başladığımda, ilk aklıma gelen, “Peki gönül ne demek” sorusu oluyor. Yani bir soru daha yanıtlamam gerekiyor. Gönüllü kişi, belli ki gönülden, karşılık beklemeden çalışan kişidir de, gönül kelimesinin anlamını önce bir hatırlasak mı? İşte bunun için, kitaplığıma yönelip, “Bazı kelimler çok güzel” kitabını açtım. Orada diyor ki;
“Gönül; sevgi, aşk, arzu, merhamet, hoşgörü gibi duyguların yürekteki barınağı”.

Karşılık beklemeden destek olmak, deneyimlerimizi, hayata ve her şeye dair bilgimizi emeğe dönüştürmek, gönüllülüğü en güzel anlatan eylemler. Bir tür “yaşam tasarımı” uzmanlığı. Gönüllü çaba ve sorumluluk almak, dünyayı çok daha yaşanır kılacak hissi veriyor. Karşılıksız desteğin bendeki tam karşılığı, empati duygusu, yani hepimizin bildiği gibi, başkasının duygularını anlama ve hissetme hali. “Duygudaşlık”, kelimeye en yakışan eş anlam, kulağa hoş geliyor, taşlar tam yerine oturuyor sanki.
Dünya gezegeninde, yaşadığımız çevreyi daha iyi bir yer haline getirmenin en anlamlı yolu, diğer canlılardan bizi ayrıştıran, gözetme, düşünebilme ve bilinci devreye sokabilme gücümüz olduğuna göre; insanların/canlıların  hayatlarına dokunarak, duygusal ilişkiler kurarak, hem kendi hayatımıza hem de başkalarının hayatlarına, belki hiç beklenmedik yer ve zamanlarda, mucizevi katkılarda bulunabiliriz. Birbirimize değer verdiğimiz sürece daha güçlüyüz ve bu hayat daha anlamlı.

Bizler için de sonsuz yararları olmalı gönüllülüğün, çünkü insanlarla duygusal bir ilişki kurmamız mümkün oluyor gönüllülük yolunda. Ayrıca güven de yaratıyor, hem kendimize hem de bu yolda çabasını ortaya koyan insanlara ve elbette umut yaratıyor nihayetinde. Anahtar kelime, gönül. “Anlam” kelimesini sıkça duyuyor ve belki de kullanıyoruz; kelimenin sihiri, bir çok kişinin imkansız olduğunu düşündüğü hayallere ulaşabilmekte gizli. Böylesine güçlü bir duygu da bizler için hayatı anlamlı kılıyor.
Tek bir adım atmış olmak bile farkındalığı artırıyor; hatta biraz daha yükseklerden konuşacak olursak, hayat anlayışımız değişiyor. Daha derin bir hayat anlayışının farkındalığı, başka bir insana dönüştürüyor sizi. Dokunuşlarımızla daha iyi bir hayat yaşayabilecek olan insanlar var ve bu insanlarla temas, bir kez başladı mı, ömür boyu bizimle yola devam ediyor. Eylemlerimiz sık veya aralıklı olabilir, bu hiç önemli değil; o insanlar ya da canlar, artık hep aklımızda kalıyor. Boşluk ve/veya anlamsızlık duygusu gidiyor, yerine, başkaları için neler yapabileceğimize dair düşünceler geliyor. 

Rollo May, “Kendini Arayan İnsan” kitabında; “Sevme becerisi, özfarkındalığı gerektirir; çünkü sevmek, diğer insanla empati kurabilmek, onu takdir edip, potansiyelini olumlamak demektir” der.

Farkındalığı yüksek tutabildiğimiz her yaşam diliminde, empati de peşisira sarıp sarmalıyor bizleri. “Başkasının gözüyle görmek, kulağıyla duymak”, empatiyi en iyi anlatan ifadeler. Görüp duyabiliyorsak, sevgiyle yaklaşabiliyor ve ihtiyaç halinde “orada” olabiliyoruz. İletişim, kalpten kalbe bir bağ olduğuna göre, duyulma ve görülme de hayattaki en temel ihtiyaçlarımız.

Empati, sevgi, şefkat ve farkındalıkla her şey mümkün. Unutmayalım, hayatta hep destek var ama sadece bize doğru değil, bazen de bizden başkalarına doğru.

Çalışma hayatımda bir yöneticimden duyduğum, gönlüme işleyen, her sabah işe giderken kendimi iyi hissetmeme yardım eden bir söz vardı: “Gönülden çalışma arzusu yaratmak”. Sanırım yöneticimiz şunu kastediyordu: Evet, ülkemizin en büyük finansal kurumlarından birinde ücretli olarak çalışıyorduk ve evet, ana işimiz paraydı, yani pek de gönüllere hitap eden bir işimiz yoktu. Ama o koca kurum içinde yaptığımız iş her ne ise onu, ücret karşılığı yapılan sıradan ve sıkıcı bir iş gibi değil de kendi işimizmiş, kendimiz için çalışıyormuşuz gibi yaparsak iş daha kolaylaşacaktı, daha anlamlı hâle gelecekti; kurum daha çok kazanacaktı evet, ama çalışanlar da kazanacaktı, maddi manevi zenginleşecektik. 30 yıl çalıştığım bu kurumda gönülden çalışma arzumu hep korumaya, birlikte çalıştığım ekiplerde de gönülden çalışma ortamı oluşturmaya içtenlikle çaba gösterdim. Bunun faydasını da hep gördüm, gönlüm rahat bir şekilde emekli olup başka bir hayata adım attım.

Bir paragraf içinde ne çok gönül sözcüğü kullanmışım! Gönüllülük deyince daha onlarca gönül sözcüğü geçen cümle kurabilirim. Çünkü bence gönüllülük böyle bir şey. İnsanın kendisinden beklenenlerin ötesine geçmesi, yapması gerekmediği halde aklındakileri, elindekileri başkalarıyla gönülden paylaşmasıdır gönüllülük. Başkalarına zaman ayırması, onlara gönlünü açması, gönüllere çare bulmasıdır. Yoktan var etmesi, diğer insanların gönlünü kazanması, onları da harekete geçirmesidir. Bir işin içinde gönül varsa o iş güzelleşir; o yüzden gönüllülük de kuru sözlük tanımlarına sığmayan güzel bir şeydir.
Gönüllü yapılan işlerin yalnızca bir ucundan tutulması, farklı şeyler arasında öncelik sıralaması yapılırken gönüllülük işlerinin gönül rahatlığıyla alt sıralara itilmesi, gönüllü yürütülen projeler arzu edilen hedefe ulaşamadığında kişisel sorumluluğun hiç üstlenilmemesi gibi tutumlarla hepimiz karşılaşmışızdır. Ancak bu, gönüllülüğün doğasına aykırı bir şey bence. Gönüllü olmak, insanın aslında sorumlu olmadığı bazı işleri üstlenmesidir; ama sorumluluk üstlendikten sonra buna bel bağlayan başka insanları, çocukları, kadınları, doğayı, hayvanları... yüzüstü bırakmak söz konusu olamaz, olmamalıdır. Aksine gönüllülük, sorumluluk üstlenme konusunda içten gelen bir isteğin, her varlık için iyi bir yaşam yaratma arzusunun sonucunda ortaya çıkar.

Gönüllülük çift taraflı bir ilişkidir. Sivil Toplum Kuruluşları bir taraftan gönüllü bulmak ve sayılarını artırmak isterken, bir taraftan da gönüllü yönetişimi konusunda zorlanırlar. Gönüllüye yetkinlikleri doğrultusunda alan yaratmak, sorumluluk vermek ve hatta yönetime katılmalarını sağlamak kolay işler değildir. Bir çok gönüllü, birkaç kez denediği halde kendisi ile ilgilenilmiyor hissine kapılırsa, bir müddet sonra o STK ile ilişkisini kesecektir. 

Gönüllüğün diğer bir boyutu ise sosyalleşmedir. Bu arzulanan ve motive edici bir iletişim biçimi olmakla beraber, amaç haline gelirse, STK'lar için zorlayıcı bir kalem haline gelebilir.

Carl Jung’ın şu sorusuyla, hiç bitirmek istemediğimiz bu yazıya şimdilik bir nokta koyalım:
“İyi bir insan mı olmak istersin, tam bir insan mı?”
Tam olabileceğimi pek sanmıyorum ama iyi bir insan olarak hayatımı sürdürebilirim.

İyilik, fedakârlık, gönüllülük hayata anlam katar.

Ülker Yıldırımcan-Canan Gül Özal-Murat Ürüm